“…şeylerin ve evrenin değişmez/sabit ya da tekrarlanan, olay ve olguların birbirinden bağımsız, karşılıklı etkileşimin olmadığı safsatası çürütülmüş, idealizm burada da gökten yere çarpmıştı.”

Kerem Çoban*

Evrim, popülasyon içi gen ve özellik dağılımıdır. Popülasyon, gen ve özellik dağılımları ve nesiller içindeki değişimi basamakları, bize evrimin ne olduğunu ve nasıl işlediğini göstermektedir. Bu işleyin kendisini idrak etmediğimiz durumda evrimi bir türün başka bir türe dönüşümünün zorunlu bir kuralıymış olarak yanlış bir anlama ve bu anlamın kendisinde idealist çevrelere açık kapı bırakılması kaçınılmaz olur. Bu da evrenin değişen ve ilerleyen yönünü, olay ve olguların arasındaki ilişki ve etkileşimi göremeyecek, kendimizi konumlandırırken safsataların ve inkarın savunucularına dönüşebiliriz. 

Açık kapı bırakmamak için evrimsel süreci, bireylerin değil popülasyonların üzerinde ele alınması gerekir. Değişen birey değil popülasyondur. Bireyin ömrü boyunca geçirmiş olduğu değişimler “gelişim” dir. Bunun da çalışma sahası gelişimsel biyolojidir. Ele almış olduğumuz ise evrimsel biyolojidir. Burada değişimin kendisi popülasyon içinde bir genin görülme sıklığının bir nesilden diğerine geçtiğinde bi artış göstermesi hâlinde (%4’ten %8’e) bu o popülasyonun evrim geçirdiği anlamına gelir. 

19. yüzyılın başlarında yoğun bir şekilde ele alınan, maddeci bir tarzdan daha çok idealist çevrelerce, canlıların sürekli gelişimini yaratıcının bir düzeni ve kusursuzluğu olarak görülen evrim düşüncesi, bu çevrelerce reddediliyordu. Savunanlar ise dönemin egemen sınıfı tarafından bastırılıyor, susturuluyordu. Bu dönem evrimci fikirlerin ortaya konuluş tarzı idealizme açık kapı bırakıyordu. Ta ki Darwin’in çalışmaları sonucunda – çok bilinçli olmasa da-, Marx ve Engels’in toplumlara ve onların tarihlerine uyguladıkları diyalektik materyalizmi bu defa doğayı tarihi içinde ele alarak, çevresiyle etkileşimi sonucu değişimine vurgu yaparak tarihselci yaklaşıma katkı sağlamıştır. Böylelikle şeylerin ve evrenin değişmez/sabit ya da tekrarlanan, olay ve olguların birbirinden bağımsız, karşılıklı etkileşimin olmadığı safsatası çürütülmüş, idealizm burada da gökten yere çarpmıştı. 

Marx’ın 1862 yılında Engels’e yazmış olduğu mektubunda:

“Darwin’i yeniden gözden geçirdim; “malthusçu” kuramı bitkilerle hayvanlara da uyguladığını söyleyerek beni çok eğlendiriyor; sanki bay Malthus’ta –ve geometrik artış dizisinde– tüm sorun, kuramın bitkilerle hayvanlara değil de yalnızca insanlara uygulanmasıymış gibi… Darwin’in hayvanlarla bitkiler arasında, işbölümüyle, rekabetiyle, yeni pazarlar açışıyla, “icatlarıyla” ve malthusçu “varolma savaşımıyla” kendi İngiliz toplumunu bulup görmesi çok dikkate değer bir şey.”

Marksizmin kurucuları diyalektik yöntemle tarihsel gelişmeyi ve kapitalizmi incelemiş, işçi sınıfı için yol gösterici bir kılavuz geliştirerek sosyalizmi ussal bir düşünceden kurtararak maddi ve bilimsel bir zemin kazandırmışlardı. Darwin’in evrim kuramı da dönemin egemen sınıflarının etkisinde olsa da diyalektik materyalizme doğadan somut kanıtlar gösteriyordu. Bu da kuramın, idealist evrim teorisinden devrimci bir kopuşu ifâde ediyor. Lâkin Darwin’in, güçlü bir felsefi bakış açısının olmaması kuramında zayıf ve açmaz noktaların bulunmasına neden oluyordu. Evrimi düz bir çizgi üzerinde, dengeli bir şekilde yavaş yavaş gerçekleşen ve ağır dönüşümlerden oluşan tedrici bir süreç olarak görüyordu. Darwin’in diyalektik olmayan bu yönünü eleştiren Stephen Jay Gould, Niles Eldredge ile birlikte “kesintili denge kuramı” nı ortaya attılar. Türlerin değişimini küçük niceliksel özelliklerin birikmesinden ibaret olmadığını, niceliksel değişimlerin niteliksel sıçramalara yol açıyordu. Doğa, düz bir çizgi üzerinde değil sıçramalarla ilerliyordu. 

Sptephen Jay Gould, Marx ve Hegel’in diyalektiktiğini bilen ve çalışmalarında kullanan bir bilim insanıydı. Grevlerde, gösterilerde yer alan ve örgütleyicilerindi. Aynı zamanda yardımcı profesörlük görevindeyken öğrencilerin savaş karşıtı eylemlerini, protestolarını destekledi. Yaratılışçılık, bilimsel ırkçılık, biyolojik belirlenimcilik hipotezleriyle mevcut duruma ve eşitsizliğe bilimsel kılıf uydurmaya çalışanlara karşı daima bir mücadele yürüttü. 

“Ne var ki meslekten olmayanların çoğu evrimi hâlâ ilerlemeyle özdeşleştiriyor ve insan evrimini yalnızca değişiklik olarak değil, artan zekâ ya da uzayan boy gibi varsayımsal gelişmişlik ölçüleriyle tanımlamayı sürdürüyor. (…)

Organik evrimle ilerleme arasında kurulan bu hatalı denklem talihsiz sonuçlar üretmeyi sürdürüyor. Tarihsel olarak, (Darwin’in kendisinin bile büyük kuşkuyla karşıladığı) toplumsal Darwinciliğin kötüye kullanılmasına neden olmuştur. Bu utanç verici kuram insan gruplarını ve kültürlerini, sözde evrimsel gelişmişlik düzeylerine göre, (hiç de şaşırtıcı olmayan bir sıralamayla) beyaz Avrupalıları en üste, onların sömürgelerinde yaşayanları ise en alta yerleştirerek sınıflara ayırmıştır. Bu denklem bugün de, küresel kendini beğenmişliğimizin yani gezegenimizde yaşayan bir milyondan fazla tür ile kader birliği içinde değil de onlardan üstün olduğumuz inancının ana bileşenlerinden biri olarak varlığını sürdürüyor.”

*Hacettepe Öğrenci İnisiyatifi