Seçtiklerimiz- Ünal Özmen’in Birgün Pazar’daki yazısı: “Eğitimin, rekabetin hile ve rüşvet kaldırma kapasitesinden kendini sakınma şansı yoktur. Nitekim eğitimde piyasalaşma ile sınavların güvenirliğini yitirmesi, eş zamanlı ve birbiriyle orantılı seyir izlemektedir.”
Tarihte sınavın ortaya çıkışı
Dini olmayan bilgi, beceri ve yetenek eğitimi kentleşmenin sonucu olarak ortaya çıktı. Kent, ticaret merkezi demek; ticaret ise üretimden pazarlamaya bir dizi faaliyet, yeni iş bölümü ve bütün bunların kuralları anlamına gelir. Üretime katılanı uzmanlaştıracak, tüccara güvence sağlayacak, ticaretin kurallarını belirleyecek, ihtilafları çözecek hukuk ve bir devlet düzeni kurmak zorunluydu. Kutsal kitapların öngöremediği teknikleri bulma ve yeni toplum düzenini örgütleme işi insanlara düşüyordu. Yeni iş alanlarının ve toplumun işleyiş kurallarını belirlemek ve yönetmek için büyükçe bir kitlenin eğitimden geçmesi şarttı.
Avrupa ve Çin de beliren iş olanaklarını ve kentleri yönetecek kurallar, inandıkları din ve kutsal kitaplarında mevcut olmadığı için tüccarlar ve tüccarlaşan devlet, ihtiyaç duyduğu insan gücünü kendileri yetiştirmek zorundaydı. O dönemde bunu yapacak eğitim örgütlenmesi olmadığı için bu görev manastırlara düştü. Kutsal olmayan bilginin girişi ile birçok manastır zamanla laik bilgilerin öğretildiği üniversiteye dönüştü. (İslam, ortaya çıkan her duruma bir yanıt geliştirdiği için Müslümanlar, laik bilginin medreselere girmesine izin vermedi.)
Laik bilgiye kimin ne ölçüde sahip olduğuna, dinin bilgisini ölçüp takdir edecek makam (Tanrı veya temsilcisi) karar veremezdi. Tanrının ihtiyaç duymadığı, fakat insanın sahip olduğu vasıfları ancak ona ihtiyaç duyanlar tespit edebilirdi. Nitekim, bugün adına sınav dediğimiz ölçüm yöntemi, aradığı bilginin hangi bedende olduğunu bulmak için tüccar ve devletin geliştirdiği bir yöntem olarak 13. yüzyılda ortaya çıktı.
Orta Çağ’da sınava katılabilme şartı rüşvet vermeyeceğine yemin etmekti
Tarihçilerin ulaşabildiği kayıtlar, Orta Çağ’da sınav uygulamasının lisans bitirme aşamasında yapıldığını gösteriyor. Sınavı kazanan lisans mezunu eğer hocalık (öğretmenlik) yapacaksa doktora ünvanını alması, doktora için ise ayrıca kamu sınavına girmesi gerekiyordu. Orta Çağ tarihçisi Jacques Le Goff’un Bologna ve Paris üniversitelerinde yapılan sınavlara ilişkin verdiği bilgi, tezini savunma, jürinin sorularını yanıtlama gibi sınav kurallarının birkaç eksikle günümüze kadar geldiğini gösteriyor. Bugüne ulaşmayan ilginç bir uygulama ise sınava katılacak öğrencinin danışmanı olan hocanın, öğrencisine kefil olması ve öğrencisi adına Jüri üyelerine rüşvet vermeyeceğine dair yemin etmesiydi. Yemin, sınavı kazanmanın değil, sınava katılmanın şartlarından biriydi. Kamu görevi adayının rüşvet vermeme yemini, kamusal görevinde rüşvet almamanın teminatı olarak görülüyordu. Henüz sınava girmeden, adaylık aşamasında iken kamu hizmetinde görevlendireceği kişiden adil davranacağı, rüşvet almayacağı taahhüdünü almayı akıl eden Orta Çağ devletini yererek üstünlüğünü anlatan bilgi çağının büyük devletlerinden birinin jürisinin soruları çalıp yandaşına verdiği bir ülkenin insanı olarak bunu öğrenmek oldukça sarsıcı oldu benim için.
Standart testler daha mı güvenli?
Orta Çağ’ın bize miras bıraktığı sınav, açık uçlu ve yoruma dayalıydı. Niyet hile yapmak olduğunda açık uçlu, yorum gerektiren sorulu sınav yönteminin açığı daha az değildir. Mülakat olarak kısmen sürdürülen bu yöntemin kusurlarının yanı sıra, uygulamayı zaman maliyet aşısından özellikle günümüzde zora sokan tarafları da vardır. Fakat bütün zaaflarına rağmen (ki önlenebilir/engellenebilir) yüz yüze ve uygulamalı sınavların doğru bir değerlendirme yöntemi ve daha ahlakidir. Kuşkusuz öyledir.
Nüfus artışı, okullaşma oranının yükselmesi, farklı okul türlerinin ortaya çıkması, eğitimin öneminin artması ve eğitimin zorunlu olması gibi birçok neden daha pratik ve düşük maliyetli sınav yöntemi geliştirilmesine neden oldu. Adına standart sınav/test dediğimiz (Çin’de, Han Hanedanlığı döneminde ‐MÖ. 206‐MS 220‐ devlette görev alacakların seçiminde kullanılan sınavdan esinlenerek geliştirildiği varsayılan) ve tüm dünyada uygulanan bu sınav, 19. yüzyılda önce İngiltere, ABD ve Avustralya’da uygulandı.
Seçme, eleme, değerlendirme amaçlı kullanılan standart testlerin kolay ve ucuz bir yöntem sunduğu kuşku götürmez. Ancak standart testlerin güvenilir, adil ve eşitlikçi olmadığı da aynı derecede kuşku götürmez bir gerçektir. Herkesin aynı koşullarda, aynı anda, aynı sorularla test edilip değerlendirilmesi adilmiş gibi bir izlenim verebilir. Ne var ki farklı iş ve meslekler için aranan farklı bilgi ve becerilerin yanıtı aynı olan sorularla ortaya çıkarılması, herkeste aynı bilgiyi arayıp onları aynı ölçekle değerlendirmek adaletsizliğin başlangıç noktasıdır. Standart tester, adaya kendini ifade (kendini gösterme) şansı vermediği gibi seçenin ihtiyacını da karşılamaz. Bu nedenle ister özel sektörde ister devlette olsun işe alınan herkes hizmetiçi eğitimine tabi tutulur. Standart sınavlara hile karışması (ve hesaplama hataları) halinde ise ulusal ve hatta küresel ölçekte telafisi olanaksız skandallara hazır olmak gerekir. Bu olasılık dahilindedir ve Türkiye bu konuda yeterli deneyime sahiptir. Türkiye sınav skandalları konusunda sicili en bozuk ülkelerden biridir (diğeri ABD’dir; geçtiğimiz yıl 2019 açılan bir davada, çocuklarını iyi üniversitelere yerleştirmek için üniversite yönetimlerine rüşvet veren 750 zengin aile ile rüşvet alan 11 üniversite ceza almıştı) ve Türkiye’deki katılımcılar hiçbir sınava güven duymamaktadır.
Türkiye’de sınavların güvenirliği yok
2009’da yapılan KPSS sınavının sorularının çalındığı 2010’da fark edildi. Hırsızların, soruları hazırlayan ve güvenliğinden sorumlu olan kişiler olması, onların da çalıntı sorularla o makam ve mevkilere gelmiş olma olasılığını güçlendiriyordu. Soru hırsızlığından birinci dereceden sorumlu ve halen yargılanmakta olan dönemin ÖSYM başkanı Ali Demir’in intihal yaptığını kabul etmesi ve aynı dönemde intihalden ceza almış birinin Milli Eğitim Bakanı olması, devletin dahil olduğu sistematik bir hile ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyordu. Gülen cemaatinin izi geriye doğru sürüldüğünde bilinen ilk vakaların 12 Eylül askeri darbesine dayandığı, faşizmin ihtiyaç duyduğu bilgisiz kadroları yönetime taşımak için bilgi sınavlarına hile karıştırdığı, devletin de buna dahil olduğu sistematik soru, sınav, değerlendirme hilesiyle öteden beri karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor.
2009-2015 yılları arasındaki TEOG, YGS, KPSS, YLS vb. sınavlarına hile karıştırıldığının anlaşılması ve birkaç kişinin yargılanıyor olması sınavların güvenlik altına alındığı anlamına gelmez. Koronavirüs pandemisi nedeniyle ertelenen YGS ve OGS tarihlerinin, yer, süre ve puanlamasının eğitimsel olmayan nedenlerle bir kişi tarafından belirlenmiş olması güvenilir sınavlardan hâlâ uzak olduğumuzu gösteriyor. Sınav sırasında kuş cıvıltısının çocukların motivasyonunu bozduğu bilinirken (yanlış olsa bile) yerleşik kuralların altüst edilmesinin travmatik sonuçlarını tahmin etmek güç değildir.
Standart testlerin merkezi bir organizasyon tarafından yapılıyor olması, bu sınavlara müdahalenin daha üst düzeyde yapılmasını gerektirir. Bu durumda sınava hile karıştırılmasını devleti dışarıda tutarak ele alamayız. Bozuk paranın sınav odasına giremediği bir sırada bugün yargılanan Ali Demir’in sınav organizasyonunun başında tutulmasını bu bağlamda ele almak gerekir. Bir dizi sınav hileleri ortaya çıktığı halde bu kişi zamanında görevden alınmadığı gibi bugün Cumhurbaşkanı olan dönemin Başbakanı tarafından itina ile korunmuştu. Hırsızlığı ve hırsızları protesto eden öğrencilerin muhalefet tarafından istismar edildiğini söyleyerek “Gençlerimiz, kendilerini istismar edenleri, iddiaları fırsatçılığa çevirenleri de lütfen çok iyi görsünler, tanısınlar. Taksim’de bin kişiyi, iki bin kişiyi yürütmek, iki bin genci yürütmek problem değil. Onlar YGS sınavının karşısında tavır ortaya koyduklarını açıklarken, biz de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız. Ama biz bu ülkede gerilimden yana değiliz. Bırakın kurumlar işini yapsın. Bırakın kurumlar görevini yapsın” diyenler sonraki sınavların güvencesi olarak görülemez. Kaldı ki cemaatin sınav hilelerine tevessül etme ihtiyacı, inancını devlet ideolojisi yapmak isteyen her iktidar gibi AKP’nin de ihtiyacıdır.
Rekabetin olduğu yerde hile kaçınılmazdır
Sınav hilelerinin piyasa kaynaklı tarafını da görmezden gelemeyiz. Eğitim, ticari bir faaliyet olduğu ölçüde rekabetin de kızıştığı bir alan. Eğitimin, rekabetin hile ve rüşvet kaldırma kapasitesinden kendini sakınma şansı yoktur. Nitekim eğitimde piyasalaşma ile sınavların güvenirliğini yitirmesi, eş zamanlı ve birbiriyle orantılı seyir izlemektedir. Sonuçta sınavlar eğitimsel faaliyetin bir parçasıdır. Sınavları eğitimin genel durumundan ayrı düşünemeyiz, birisi iyi diğeri kötü olamaz. Eğitiminiz neyse sınavınız da odur!