2 Ocak 2020 günü Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum olarak atanmasıyla beraber Boğaziçi Direnişi başladı. Direniş dolaysız ve fiili bir şekilde Melih Bulu’nun görevden aldırtılmasına, oradan da bugüne kimi zaman yükselerek kimi zaman düşerek ama kesintisiz bir biçimde devam ediyor. Bugün itibarıyla direniş bir yaşında.

Direnişin kesintisizliği gibi, saldırılar da kesintisiz olarak devam etti. Nitekim Bulu’nun görevden alınmasından sonra yerine atanan Kayyum Naci İnci; Bulu’nun eksik bıraktıklarını tamamlarken fazlasını da ‘görev alır gibi’ yerine getirdi, getiriyor.

Direniş, demokratik üniversite ekseninde bir mevzi olarak öğrenci gençlik hareketinde ve geniş bir toplumsal kesimde karşılık ve destek gördü. Bu atanan rektörlerin kayyum olduğunu bilince çıkarmada dolayısıyla bir mücadeleyi işaret etmede önemli bir eşikti.

Rektörden Ötesi: AKP Komiserleri

Melih Bulu AKP’nin bir ilçe teşkilatına atansaydı ne Boğaziçililerin, ne de memleketin gündemine bu kadar girebilirdi. Hiç şüphesiz o bir AKP teşkilatına atanabilecek kadar militan bir AKP’liydi. Melih Bulu’nun bir teşkilat üyesinden de öte AKP’nin adayı olması ve Boğaziçi Üniversitesi gibi görece demokratik olan bir okula atanması;anında,öğrencilerin ve ülkenin gündemi olmasında önemli payı vardı.  Bir diğer önemli etken ise ‘dışarıdan’ bir atama yapılmasıydı.

Melih Bulu, 2015 sonrası başlayan ve OHAL’le beraber derinleşerek artan üniversiteleri ‘fethetme’ politikasının önemli bir halkasıdır. Görece az ‘dokunulan’ Boğaziçi’ne yapılan bu ‘komiser’ atama rejimin üniversitelerde ve memlekette demokrasinin kırıntılarına bile tahammülünün kalmadığının bir işaretiydi. Nitekim atamaya karşı yapılan eylemlere yapılan saldırıların boyutu ve içeriği de bu tahamülsüzlüğün ifadesi.

Atamanın üniversitelerin kapalı olduğu, pandeminin en yoğun zamanlarında yapılması potansiyel eylemlerin önüne geçilmesi için özel olarak seçilirken, pandemi bahanesiyle daha sonra pek çok eylemin yasaklanması da iktidarın pandemiyi nimet olarak kullandığının bir göstergesi oldu. Ancak eylemlerin pandemiye ve yasaklara rağmen yakaladığı kitlesellik bunun boşa düşürülmesini sağladı.

Lokal Eylemlerden Birleşik Eylemlere

AKP iktidarı üniversiteleri sermayenin ihtiyacına göre dizayn ederken iktidar olduğu dönem boyunca saldırıları farklı düzey ve biçimlerde ancak kesintisiz bir biçimde sürdürdü. Özel üniversitelerin sayısının arttırılmasıyla  eğitimin paralı ve sınıfsal bir içeriği daha da gün yüzüne çıkarken bunun bugün vardığı noktada aynı zamanda eğitimde niteliğin düştüğü de gözlenebilir. Her şehire açılan üniversitelerle, üniversiteliler üzerinden ticaret ve emlak sektörü yükseltilmeye çalışırken bu üniversitelerin kadrosu da tepeden atamalarla ‘mikro iktidar’ın yaratıldığı üniversiteler oldular. Yerleşik, tarihi kamu üniversiteleri taşıtma, böldürme, ayırma ve parçalamlarla hem mekansal hafıza hem mekansal hakimiyetin yok edilmesi süreçlerini yaşadılar. İhaleler, teknoparklar, projeler ile üniversitenin içi bir üretim alanından bir ticaret alanına dönüşürken mekansal değişimlerle yandaş sermayeye rantın ve talanın önü açıldı.

İktidar ve sermayenin bu saldılarına karşı üniversite cephesi de azalan veya ivmelenen hareketlerle mücadele etti, ediyor. Özellikle OHAL sonrası geri çekilişin ağır faturasını henüz verememiş öğrenci hareketi için Boğaziçi Direnişi önemli bir sınav olma özelliği de kazandı. Esasında öğrenci hareketinin son birkaç yılı ‘suskunluktan’ öte ‘sessizlik’ problemini aşamadı. Bu sessizlik ise eylemlerin lokal kalmasının bir sonucu. Eylemlerin lokal oluşu ise doğrudan öğrenci hareketinin bütününün parçalı olmasının doğal bir sonucu. Boğaziçi Direnişi bu anlamıyla, Boğaziçi Üniversite’sinden çıkıp diğer üniversitelere, şehir meydanlarına yansıyan sürekli ısrarcı ve kitlesel eylemlerle birleşik eylemleri yaratmıştır. Birleşik ve dağınık öğrenci  hareketinin tersi yönde hareketini sağlayacak öznelerin buradan çıkaracağı dersler ışığında tayin edici, kazanım endeksli, inşa eden bir hareketi yaratmanın da önünü açtı.

İzle, Etkisizleştir veya Yok Et

Tepkilerin söylemden fiili bir harekete geçisi, yaygın ve kitlesel hareket kazanması iktidarı tedirgin etti. Bir yöntem olarak iktidar önce kriminalize edip sonra saldırırıyor. Direniş özellikle bu kriminalize etme çabalarına ürettiği karşı söylemlerle oldukça zengin bir içeriğe sahip oldu. Ne meşruluk yasal sınırlara hapsedildi ne de kaba karşıtçı politik söylem üretildi. 12. Cumhurbaşkanı dolaysız muhatap alınarak Melih Bulu karikatüre dönüştürüldü. Ancak direnişin bu söylem zenginliği bu anlamıyla bir pratik izdüşümün üstüne oturtulamadı.  Gözaltı saldırılarını bertaraf edecek veya boşa düşürecek pratikler yeteri kadar üretilemedi. Adliye, basın açıklaması, gözaltı döngüsünün kırılamaması yorgunluk, motivasyonsuzluk, seyrelme ve sönmeyi beraberinde getirdi.

Naci İnci : İçeriden Değil Tepeden

İktidarın baskı aygıtları direnişi bitiremedi. Spekülasyonlar ise tutuklamaların sebebi sayılabildi ancak iktidar bu baskıya da dayanamadı. Böylelikle Berke ve Perit’ten* önce tutuklananları serbest bırakılmak zorunda kaldı. (Berke ve Perit’in tutukluğu ise direnişi okulun içinde bitirmek için uygulanan tecrit ve baskının önemli bir ayağı olarak işletildi. Devamında nöbet tutan akademisyenlere açılan soruşturmalar, okul içinde çeşitli faaliyetlerden dolayı soruşturma açılan öğrenciler v.b. örnekler direnişin lokalleştirilip sönümlenmesini amaçlasa da bunların yeni direniş ve yükselmeler yarattığı aşikar.) İktidarın yeni atamasının Boğaziçili biri olması hem “içeriden” savunusu yapmak hem de gaz almaya çalışmaktı. Ancak direniş içeriden veya dışarıdan değil tepeden veya tabandan ayrımını en başta ortaya koymuştu. Şimdi ise içerideki kayyumu kovmanın araçlarını ve yöntemlerini tartışmak, bunları hayata geçirmek gerekir.

Şimdi Üniversite Zamanı

Lokal eylemler ve uzun erimli direnişten sonra üniversitelere dönüyoruz. İktidarın ve onun temsilcileri kayyumların içerisine girdiği çoklu krizi üniversitede avantaja çevirmenin yolu kendi programını dayatmadan yan yana gelişi mümkün kılan zeminler inşa etmektir.

Bizzat üniversitenin içinde, kaldığımız yurtlarda ve adımımızı attığımız her sokakta AKP-MHP faşist iktidar bloğunun baskılarıyla karşı karşıyayız.

Sokakta en demokratik eyleme yapılan saldırı, yaşanan on binlerce gözaltı, medya eliyle yapılan sansür, hedef gösterme ve tehditler ekonomik krizin de körüklediği itirazın önünü kesmeye yetmiyor. Aksine her bir itiraz başka itirazları, başka direnme ve harekete geçme yöntemlerini açığa çıkararak kendi sonunu yaklaştırıyor.

Üniversitelerde açılan yüzlerce soruşturma ve yapılan gözaltılara, uygulanan sansürlere rağmen eylemsel durum devam ediyor. Üniversiteler açılmadan önce derinleşen barınma sorunu nöbet eylemleriyle milyonlarca öğrencinin talebini dile getirdi. Üniversitelerin açılmasıyla yurtlarda artan sorunlar yüzlerce öğrencinin katıldığı talep eylemlerine dönüştü. Döviz artışıyla beraber sınırlı da olsa “hükümet istifa” sesi sokaklardaydı. Sokağa inmeyen ama bu sese güçlü bir omuz veren ise milyonlar var.  Bir taraftan 2023’e kadar baskı ve zor aygıtlarını öne çıkararak faşist saldırıları ve savaş çığırtkanlığıyla ekonomik krizi görünmez kılmak isteyen iktidar, diğer yandan erken seçim çağrılarıyla iktidarı sıkıştırmak isteyen millet ittifakının ötesinde tabandan yükselen ve sokağa çıkmayı zorlayan bir öfke hali mevcut. Bu öfke üniversitedeki hareketleri de beraberinde siyasallaştıracak ve iktidara karşı bir yan yana mevziyi inşa etmeye uygun koşulları daha bugünden imkanlı kılıyor.

Bizler de böylesi bir süreci kesintisiz bir şekilde bir yıla yakın bir zamandır direnerek karşılıyoruz. Direniş bize değişimi, yan yana durmayı, örgütlü olmanın gücünü bir kez daha gösterdi. Şimdi AKP-MHP iktidarına ve kayyumlarına öğrendiklerimizi gösterme zamanıdır. Siyasal iktidarı da kayyumlarını da üniversiteden atma, özerk-demokratik üniversiteyi yaratmanın zamanıdır.

*Yazı yazıldığında Berke ve Perit’in tutukluluğunun 70. günüydü.

Ferhat Ergen