Bu söyleşi Öğrenci Dayanışması, Öğrenci Faaliyeti, Öğrenci İnisiyatifi ve Öğrenci Kolektifleri’nin temsilcileri ile yapılmıştır. Söyleşi Enes Kara’nın intiharından önce yapıldığı için o tarihten bugüne yaşanan gelişmelerin ve eylemlerin değerlendirmesini kapsamamaktadır. 3 bölümden oluşan söyleşi dizisinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.
Feyaz Çanak: Birçok üniversitede yapılan eylemler genelde kendiliğinden şekilleniyor. Yaptığınız değerlendirmelerde de ortak olan nokta bu tepkilerin artarak devam edeceğiydi. Bugün öğrenci gençlik hareketinin önünde bu eylemlerin nasıl ortak bir hatta örgütleneceği sorumluluğu da duruyor. Öğrencilerin kendiliğinden ve tepkisel eylemleri ortak bir mücadele hattına evrilebilir mi?
Öğrenci Kolektifleri Cihan Çiçek: Şöyle bir giriş yapabilirim: Bizim geçen 6 Kasım’da ortak yaptığımız YÖK etkinliğinde, Ergin hoca, “Mümkün değilse burada ne işim var” demişti. Yani bugün gerçekten buradaysak hala bir şeylerin tartışmasını bir biçimde yapabiliyorsak bence bu hala mümkün. Bunun nasıl yapılacağına dair kafa yormak gerekir. Şöyle diyebiliriz, bu ortaya çıkan ve sürekli çıkacağını öngördüğümüz tepkisel eylemliliklerin ve refleksif tavrın kendisi, aynı zamanda sürekli bir şeyin daha geleceğinin habercisi.
Yani ekonomik krizle birlikte bahsettiğimiz yoksulluğun ve senin de bahsettiğin geçinemiyoruz halinin kendisi bunun göstergesi. Öğrenciler nitelikli beslenme ihtiyacının karşılanması için temel taleplerini dile getiriyor ve bunu nasıl, nereden yapabilirlerse öyle dile getirebiliyorlar. Bunu bulunduğu alandan doğru, KYK yurdundan doğru dile getiriyorlar, okullarındaki yemekhanedeki kötü yemeklerin fotoğrafını çekerek dile getiriyorlar. Böyle bir tepki söz konusu. Peki bizim burada yapmamız gereken şey ne? Lizge’nin bahsettiği şey. Bugün biz ne yapacağız? Talep mi edeceğiz, yoksa alternatifini mi göstereceğiz gibi iki uçlu bir tartışma var. Tartışmayı şöyle çevirmek gerekiyor: Hem talep eden, mesela Yurtsuzlarda biz bunu gördük, biz talep ediyorduk bir şeyi, ama aynı zamanda alternatifini de gösterebiliyorduk. Hareketin kendisi bu kabiliyete sahipti. Diyorduk ki, bizim taleplerimiz şunlar şunlardır, bunlar karşılanmalıdır, karşılamıyor musunuz, alternatifi şudur. Aslında insanlardaki o kolektif iradeyi tekrardan tesis edebilecek, dayanışma örgütleri kurabilecek ve bunun, dayanışma örgütlerinin mücadelesini ortaya getirecek bir çizginin kendisine sahip olmamız gerekiyor. Yani alternatifini mi göstereceğiz, talep mi edeceğiz? İkisini de yapmamız bugün büyük bir mecburiyet olarak karşımızda duruyor. Alternatifini mi göstereceğiz yoksa talep mi edeceğiz tartışmasında bence bu hattın bir çizgi olarak önümüzde durması ve buraya kafa yormamız, üstüne daha da yoğun düşünmemiz gerekiyormuş gibi geliyor bana. Çünkü bugün odaklandığımız yerlerin kendisi direniş hareketlerinin kendisi. Yani, bakıyorsunuz işçilerde, mesela Bakırköy’de günlerdir işçiler direniyor, İstanbul’un birçok yerinde işçiler direniyor.
Çünkü parçalı da olsa işçi hareketinde de böyle hareketlilikler var. Üniversiteliler de aynısını gösteriyor çünkü ekonomik kriz insanları o kadar daraltmış ki, bahsediyoruz ya işte, “bireyci hale gelmiş, tepkisel kaygılar öne çıkmış, depresif psikolojinin insanları yıprattığı yer, pandemi koşullarında yaşamak” gibi gibi birçok kavramdan bahsediyoruz. İşte bu süreç dayanışma örnekleri yaratmanın olanaklarını artırıyor.
Önümüzde bahsettiğimiz gibi bir 2023 seçim süreci var. Bu seçim sürecinde biz ortaya ne koyacağız, bunu tartışmak gerekiyor. Yoksa üniversiteliler Millet İttifakı’nı bir alternatif olarak görebilir. Mesela Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına bakıyorsun, araba alan gençlerden ÖTV almayacağız diyor. Gençliğin bugün araba alma hayali çok uzakta. Çünkü gençler günlük yaşamını idame ettiremiyor. Uçuk vaatler öneriliyor. Bunun yerine gerçekçi talepler örgütlenmeli. Bu parçalı direniş hareketlerinde örgütlenen dayanışma ve mücadelenin kendisinin örgütlenmesi gerekiyor. Mesela yukarıdan kurulan Dayanışma örneklerinde olduğu gibi siyasetler arasındaki eylem birliği ile sınırlı kalıyor. Kitleye bir şeyler söyleyen ancak aslında ucundan kıyısından da olsa kendi programını dayatan bir anlayışı görebiliyoruz. Orada aslında üniversitelilerin kendi öz gündeminden haberi olmayabiliyor. Haberi olsa bile ona dair bir şey ortaya koymayabiliyor. Bizim bugün insanları mücadeleye katmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Yoksa açıklamalar yapılabilir. İki kişinin bir konuya dair bildiri yazması, söz kurması zor değil mesele buradaki mücadele dinamiğini, öznenin kendisini örgütlemek. Burada Sıla’nın değindiği yere değinmek istiyorum. Gençliğin karakterinin analiz edilmesi gerekiyor. İnsanlara kurtuluşun birlikte olabileceğinin güveni verilmelidir. Çünkü neoliberalizmin toplumda atomize etmediği hiçbir şey kalmadı. Üniversitelerin bölünmesi dahi bu neoliberalizmin atomizasyonun bir parçasıydı. Tüm bunlara karşı bizim bugün dayanışma ağlarını tekrardan örmemiz gerekiyor ve bu mücadele hattını ortaya koymamız gerekiyor.
Bugün parçalı ve kendiliğinden hareketler kendisini daha çok gösteriyor. Bu hareketleri ortak bir mücadele hattında nasıl buluşturabiliriz?
Öğrenci Faaliyeti Lizge Biter: Evet, şu an kendiliğinden parçalı eylemlilikler biraz daha gelişiyor. Ama tabi ki Cihan’ın dediği gibi bunların hepsi bir yere evrilebilir. Benim bir önceki soruda Boğaziçi örneğini vermemin sebebi de biraz şuradan kaynaklanıyordu: Boğaziçi’nin daha ilk dönemlerinde gördüğümüz şey şuydu: memleketin birçok sorunuyla kendi sorununu birleştirici bir politika izleyebiliyordu.
İşçisinden, kadın ve LGBT+’sından memleketteki diğer sorunlara da aslında buradan doğru bir düzlem açabilecek bir potansiyeli yakalamaya doğru gidiyordu Boğaziçi. Bunu yaptığın zaman bu kendiliğinden ve parçalı hareketlerin biraz daha bütünleştirici bir hüviyete kavuşabileceğini düşünüyorum. Yani şunu söylüyorum: Daha temelden ilerletirsek, bugün kendi hakkı için söz söyleyen bir işçinin de, kadının da, LGBT+’nın da üniversite öğrencisinin de sesini aynı düzlemde buluşturabilecek bir yatak kurabilirsek, bunları aynı düzlemde toplayabilecek bir politik yatağa sahip olursak, böyle bir tarz yaratabilirsek, bu parçalı hareketlerin bütününü örgütlü bir zemine kavuşturabiliriz diye düşünüyorum. Sorunun içinde peki bu, bugün, bu haliyle mümkün mü sorusu vardı. Aslında şu an bu haliyle mümkün olmadığını, o yüzden kendiliğinden ve parçalı ilerleyebildiğini görüyoruz.
Peki nasıl mümkün olabilir sorusunu sorduğumda, cevabı kolektif önderliğin içinde de bulabileceğimizi düşünüyorum. Yani, nedir kolektif önderlik diye bahsettiğimiz şey? Aslında biraz daha güncelin yakıcı ihtiyacı doğrultusunda geçmiş ve tarihsel sürtüşmeleri kenarda bırakabilen, direniş büyürse herkes büyür anlayışının örgütleyebileceği bir şeyi ortaya çıkartan, bu da aslında bizim kendimizin daha örgütsel çıkarları doğrultusunda onun ufkunu aşabilecek bir hareket tarzının doğuşuna gebe olabilecek bir şey. Biraz da öğrenci-gençlik hareketini şöyle görebilmek gerekiyor: öğrenci-gençlik hareketi hayatın kendisini siyaseten örgütleme iddiasını taşır. Yani sadece bir kadro mekanizmasından çok daha fazlasıdır, içinde saklı tuttuğu enerjiyle beraber memleketin dinamizmini taşıyabilir, bu bütün memleketi dinamize edebilecek bir potansiyeli açığa çıkartabilir. Eğer biz burada, bu anlayışla hareket edebilecek bir düzlem yaratabilirsek, bu kendiliğinden ve parçalı olarak doğan öğrenci-gençlik hareketinin ufak tefek eylemliliklerini daha örgütlü bir kanala akıtabiliriz.
Bunu nasıl yapabiliriz? Biraz daha kalıcı bir anlayışı doğurarak. Yani bahsettiğim ilkeleri, hareket tarzını benimseyerek. Bunu ortaya çıkartabilirsek eğer bu bize bir odak yaratmanın kapısını açacaktır. Bu odak yaratıldığı zaman da aslında şunu alabilecek, bunu göğüsleyebilecek bir düzeye gelecek: bugün bir yerde bir sorun doğacaksa o sorunun hangi kanalda ilerleyebileceğini ya da diğer sorunla onun nasıl birleşebileceğini, nasıl daha gür ve siyaseten bir politika izleyebileceğini göğüsleyebilecek bir odak, odağın kendisi oluşacaktır. Böylece bu kendiliğinden ve parçalı ortaya çıkan hareketler, zaman içerisinde kendi kazanımlarını alabilecek, kendi örgütlülüğüne kavuşabilecek bir hüviyete kavuşacaktır.
Başta sorduğum, ortak mücadele hattı nasıl yaratılır sorusuyla beraber bugün bu ortak mücadeleyi yaratmak için öğrenci hareketinin ihtiyacı nedir?
Öğrenci İnisiyatifi Sümeyye Köse: Şimdi şöyle aslında, hem bir önceki soruda hem de bu sorunun başında yaptığımız tespitlerden gidersek ve bu soruya cevap vermemiz gerekirse, şunu hala söyleyebiliyoruz: üniversiteye dönük çok katmanlı saldırılara rağmen iktidar, yani Erdoğan kendi kindar ve dindar neslini yaratabilmiş değil. Bugün barınamama eylemleri ya da yurtsuzlar eylemlerinde ve “kayyum rektör istemiyoruz” sloganı etrafında birleşen öğrenci-gençlik eylemlerinde biz bu potansiyeli görmüş olduk. Ve öğrenci-gençlik kendi taleplerini kimi zaman sosyal medyadan, kimi zaman bizim alışık olmadığımız direniş biçimleriyle gösterse de bu dayatmayı kabul etmediğini de söyledik.
Kendiliğinden gelişen parçalı dinamikler, parçalı direnişler de bunun bir göstergesi oluyor. Fakat bu parçalı direnişlerle birlikte öğrenci hareketinin hem kendi alanlarını savunurken hem de kendisine karşı yapılan saldırıları göğüslerken bunlara bütünlüklü bir şekilde cevap veremediğini ve ortak bir savunma hattı da kuramadığını görüyoruz. Tam da bu noktada öğrenci hareketinin kendi hak ve taleplerini kitleselleştirememesinin ve kendi kendisini aşamamasının ortasında bir sorun duruyor. Ve bu sorun üniversiteye dair olduğunu söyleyen tüm bileşenlerin önünde duruyor. Bugün baktığımızda Boğaziçi direnişinin kendisine de, öğrenci hareketinin uzun zamandır süren sessizliğine de soluk getiren Boğaziçi direnişine de bu dağınık vaziyette girdik ve kendi taleplerini ülkeye taşıyarak toplumsal meşruiyetini oluşturdu ve bir zemin üretti. Fakat ortak bir program etrafında buluşturamadı. Ve bu durumda bize ortak bir mücadele hattının gerekliliğini göstermiş oldu.
Bugün bu parçalı direnişleri öğrenci hareketinin ortak bir mücadelesine evriltebilmek için öğrenci hareketine yeni bir soluk getirmek gerekiyor. Bu bizim ve diğer örgütlerin önündeki en önemli aktüel görev olarak duruyor. Öğrenci mücadelesi dönem dönem yükselse de ciddi mücadelelerin ortaya çıkmasına olanak sağlasa da bu mücadele, arkadaşların da bahsettiği gib, kalıcı bir mücadele çizgisine evrilebilmiş değil. Kitleselleşmekten de demokratikleşmekten de uzak, dönemsel mücadele olmaktan öteye gidemiyor. Ve biz her deneyimi konuşurken cebimize koyduklarımızla birlikte bir durma hailini de konuşuyoruz. Bu süreç de aslında öğrenci gençlik hareketi açısında bir krize tekabül ediyor. Bugün bazı dayanışmaları bunun somut hali olarak görebiliriz. Öğrenci dayanışmalarını incelemek bu açıdan çok önemli. Çünkü baktığımızda öğrencilerin kendi taleplerini öğrencilerin kendi yapısal sorunlarına seslenmekten ziyade alandaki devrimci örgütlerin kendi programlarının etrafında örgütlemeye çalıştıkları ve aslında kendi örgütsel hacimleriyle alanı eşitlemeye çalıştıkları bir yerden öteye gidemiyor.
Ve öğrenci-gençliğin tüm kitlelerine seslenebilen, oraya bir alternatif olabilen bir noktadan çok uzaklaşmış vaziyette. Fakat bunun da bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Çünkü zaten bu krizin içerisinde bu krizin getirdikleriyle ve bu koşullarla hareket etmek ve bu alanda o sekterlikle devam etmek yeni bir kanal açmayacaktır. Çünkü aslında öğrenci hareketinin krizini tariflerken üniversite ile kurulan ilişkiyi belli takvimsel eylemliliklere sıkıştıran, 6 Kasım, 1 Mayıs gibi buralara zaman zaman giren zaman zaman çıkan ve giderek dışsal bir hale gelen, öğrenci hareketiyle arasındaki hem güven bağını hem de yan yana gelme bağını koparan bir durumdan bahsediyoruz. Ve özellikle tüm kazanımların ve üniversitenin bütünüyle hem sermaye hem de siyasal iktidar tarafından basınç altına alınarak darbelendiği günümüzde, öğrenci hareketinin bu biçimiyle üniversite mücadelesini ayağa kaldıracak bir mücadele hattı ortaya koyması yeni kazanımları yaratarak kampüslerdeki mücadeleyi ilerletecek bir hat oluşturması artık mümkün değildir. Buraya doğrudan müdahale edilmelidir.
Şimdi bir de şöyle bir durum çıkıyor: öğrenci hareketinin kendiliğinden hareketliliğinden bahsettik fakat kendimize şu soruyu sormalıyız; biz, öğrenci hareketinin bu kendiliğinden hareketlerini mi bekleyeceğiz, yoksa bu kendiliğinden hareketliliği beklemeden doğrudan buralarda pozisyon mu alacağız? Bu alanın ihtiyaçlarını karşılamak, burada bir alternatif olarak var olabilmek bizim gündemimize ne kadar girecek? Ve bu gündemi tüm örgütler en acil görev olarak başa yazmazsa içinde bulunduğumuz krizden çıkamayacağımız ve geçmişteki deneyimleri tekrarlayacağımız kanısındayım. Öğrenci hareketinin kendiliğinden ve parçalı ilerleyen konumunun gündelik, kendiliğinden ve geçici olmaması, örgütlü bir mücadeleye evrilmesi öğrenci hareketinin konumlanışı ile doğrudan bağlantılı diye düşünüyorum.
Sıla, son olarak aynı soruyu sana yöneltmiş olayım.
Öğrenci Dayanışması Sıla Öztürk: Bu kendiliğinden tepkisel gerçekleşen eylemlerin parçalı olması ve bir süreklilik arz etmemesi dönemin karakteriyle de çok ilişkili olduğunu düşünüyorum. Hem dönemin üniversite gençliğinin karakteri, hem de egemen ideolojiyle yani kesin bir bireycilikle ilişkili. Kendi bireysel hayat planları, kendi bireysel çıkarları dışında kolektifi-toplumu düşünmeme, kendi yaşamsal alanlarına müdahale etme noktasındaki bir ufuk kaybı hatta postmodern ideolojinin içinde doğmuş olmasıyla ilgili. Yani şu anki üniversite gençliği böyle bir hayatın içerisine doğdu ve oradan doğru şekillendi. Bir biçimiyle bu ufuk kayıplarıyla mücadele etmek egemen ideolojiyle mücadele anlamını da taşıyor diye düşünüyorum. Aynı zamanda Sümeyye de bahsetti; evet, biz egemenlerin krizinden bahsediyoruz fakat bu egemenlerin krizi birçok olanak da sağlıyor. Ancak bu olanaklar ortamında şöyle de bir handikapımız var: Mücadele edenlerin de bir kriz hali var. Yani, örgütlü güçlerin şu anki tabloda gücünün sınırlı olması da bizim açımızdan bir kriz. Nasıl aşılır bu kriz? Bu, ‘mücadele ortak bir hatta evrilebilir mi?’ sorusu, elbette ki evrilebilir. Aslında bunun için mücadele ediyoruz. Örgütler olarak ya da örgütlü özneler olarak bunun için varız. Nasıl olacağı noktasında da örgütlü güçlerin bir biçimiyle kendi güçlerini de arttırmalarından, örgütlülük alanlarını arttırmalarından ve kafa netliğiyle açıkçası bir odak yaratabilme olanaklarını değerlendirmeleriyle gerçekleşebilecek bir süreçten bahsediyoruz. Hemen yarın olabilecek bir şey olmayabilir şu anki somut durumumuzdan kaynaklı, fakat bunu bir süreç olarak değerlendirip, ilerlenmesi gereken bir durum diye düşünüyorum.
Lizge: Sümeyye’nin söylediği, dayanışmaları derinleştirme mevzusu tartışılabilir. Çünkü tarihsel bir kayıp gibi de geliyor. Yani dönemin ihtiyacı olan bir form çıkıyor ortaya; bu form öğrencilerin kendini bulabileceği, sorununu taşıyabileceği önümüzdeki dönemde sorunlarını bunun üzerinden örgütleyeceği bir kanal olarak doğuyor. Birçok hata yüzünden heba olabiliyor. Bugün neden kendinden veya parçalı hareketler doğuyor? Ya da bazı üniversitelerde doğuyor öbür üniversitelerle koordineli ilerleyemiyor, o kampüsün içerisinde sınırlı kalıyor. Belki kazanımla sonuçlanıyor belki sonuçlanmıyor fakat bir heba söz konusu. Bunu dönüştürebilseydik eğer öğrencinin kendisini özne hissedebileceği kendi örgütleyebileceği yani kendini var edebileceği bir alan olarak dursaydı -dayanışmalar belki bugün tam olarak böyle olurdu demiyorum ama belkisini oraya koyuyorum- bir şeyi topyekun örgütleme şansımız olabilirdi bizim. O yüzden müdahale kanallarından birinin de heba olduğunu düşünüyorum. Üniversite dinamiğini örgütleyecek gücü alabilirdi. Boğaziçi’nde gördük, demek ki üniversiteli kendi tepkisini koyabiliyor, sokağa çıkabiliyor, egemenlere açıklama yaptırabiliyor, 6 ay sonra Melih Bulu’yu öyle ya da böyle göndertebiliyor. Bazı örgütsel çıkarların kendini dayatmadığı ve dönemin ihtiyacına göre şekillenildiği, dönemin ihtiyaçlarının tartışıladiği bir zemin olsaydı parçalı hareketleri bir mecraya çevirebileceğimiz bir yer olacaktı. Nasıl mümkün olmadığının cevabı olabilir.
Boğaziçi, İTÜ gibi kendi sorunlarının içerisinden çıkmış dayanışmalar vardı. Şu anlayış zaten bazı dayanışmaların kuruluşun da hatalı olduğunu gösteriyor: Boğaziçi dayanışması var, şurada dayanışma var, bize de burada kuralım oradan koordinasyona girelim anlayışı baştan hatalıydı. Hayatın kendisini örgütleme iddiasıdır öğrenci gençlik hareketi. Kendi kampüsün içerisinde kendi sorunlarını örgütlemeden oluşturduğun ya da attığın her adım tepeden inmeciliktir. Bu anlayışın kendisi dayanışma formunun tam zıttıdır. O yüzden bunu yaparsan Dayanışma kurmuş olmaz sadece siyasetler toplamı ve sürece müdahale etmeye çalışan bir araç yaratmış olursun. Bugün dönemin ihtiyacı dayanışmadır diye keskin bir kalıp koymuyorum ama dayanışmaysa ve heba olduysa o form değildi. Öznelerin kendi toplumsal sorunları içerisinden çıkabileceği formdur. O yüzden Boğaziçi bu noktaya geldi.
Cihan: Lizge’nin dediği yer şeyler çok önemli ve değerli: Bu kanallar heba mı oldu? Bu yönden eleştiri ve özeleştiri yapmamız gerekli. Yapılan şey doğru olabilir ama ne yapıldığı ve nasıl yapıldığı da önemli. Asıl harekete geçirecek olan oymuş gibi geliyor. Müdahil olmakla müdahale etmek arasındaki farkı ortaya koymuş oluyoruz. Boğaziçi kendi kayyum rektörüne karşı örgütlediği biçimden kaynaklı ses yükseltti. İstanbul Üniversitesi Dayanışması örneğinde gördüğümüz, üniversitenin içerisinde hiçbir şey yapılmadan, bir şey örülmeden direkt başka şeylere söz söylemeye çalışmak veya buradan doğru söz üretmek tamamen havada kalıyor ve ayaklarını yere basmıyor. Bu durumun kendisi çok tanıdık. Geçmiş değerlendirmelere baktığımızda Koordinasyon sürecinde de benzer deneyimler yaşandı. Geçmişe dair okuduğumuz şeylerin hepsi bugün konuştuklarımıza benzer şeyler. Ve hiçbir şey aşamamış, aynı problemlerle boğuşan haldeyiz. O dönemde tartışılan meselelerden biri ise örgütlü öznelerin başka fikirlere tahammül etme aralığını geliştirmesi gerekliliğiydi. Örgütsel çıkarlarını tali konuma alınması ve fikir özgürlüğüne alan açılması gerekiyor. Yani kitleye hata yapma payını bırakmak gerekiyor. Kitlenin deneyip yanılmasına izin vermek gerekiyor. Yanlış yapıyorsa bile kitlenin deneyim kazanmasına izin vermek gerekiyor.
Lizge: Şöyle bir parantez açılabilir. Bugünlerde epeyce konuşlan öncülük tartışmaları var. Burada Cihan’ın verdiği dene yanıl örneği güzel. Dönemin bize dayattığı koşullara karşı ortaya koyduğun politik hareket tarzının bir zaman sonra dönemi göğüsleyecek hareket tarzına evrilmesidir. Bir örgütün bir ekibin kendisinden ziyade ona inandığı politik tarzın artık hükmetmesini sağlamaktır. Öncülüğü tartışırken biz bu şekilde tartışıyoruz. Belki dayanışmalarda da bunu inşa etmek gerekiyordu. Kendi öznelerini çıkartan dayanışmaların bir zaman sonra orada karar verici mekanizmalar olmasını sağlamak gerekiyor. Yanlış yapsa bile bu hareket tarzının kendisini var edebilecek hattı bulabileceğine güvenmek gerekiyor.
Sıla: Dayanışmalar formunun başka üniversitelerde örgütlü özneler tarafından kurulmuş siyasetler toplamına dönüşmüş olması sebebi şudur: Dayanışmalar örgütlü özneler tarafından kuruluyor ancak ondan sonra alanın sorununa yüzünü dönen bir yerden değil başka alanlara dönerek mücadele yürütüyor. Kendi üniversitesine dönük bir taktik atamamış olmasının temel sebeplerinden birincisi o dayanışmada bulunan kimi örgütlerin program dayatmaları ve hareket tarzlarındaki uyuşamama halidir. İkinci olarak ise dayanışmasının devamlılığı sürekliliği ancak ve ancak kendi üniversitesinden özneler yaratabilmesiyle oluşabilir.