“Bu kadar yoğun, stresli ve sömürülü bir sürecin içerisinde yine de bir durup düşünmekte fayda var. “Aldığım tıp eğitimi neye göre şekillendi? Nasıl bir hekim olmalı, koruyucu mu yoksa tedavi edici mi?”

Zeynep Ekin*

3 yıl pre-klinik eğitiminin ardından 2 yıl stajyerlik ve 1 yıl intörnlük olmak üzere 6 yıllık tıp eğitimini incelemeden önce tıp fakültesine girmek için gerekli sınavların ne kadar ölçücü ve nitelikli olduğuna da değinmemiz gerekir ama bu başka bir yazıda değerlendirebileceğimiz uzun bir konu.

Tıp fakültesi birinci sınıf ve ikinci sınıfta temel derslerin teorik eğitimi verilir. Üçüncü sınıfta ise klinikte göreceğimiz bütün derslerin temel eğitimi verilir. Dördüncü ve beşinci sınıfta artık Stajyer Doktor unvanıyla hem teorik hem pratik staj eğitimleri başlar. Stajlar bitince de İntörn Doktor oluruz.

Amfide ve laboratuvarda geçirdiğimiz ilk üç yılı okurken başka bölümlerden arkadaşlarımızla ortak sorunlarımız olur genelde. Amfilerin uygunsuz fiziksel koşulları, laboratuvar malzemeleri yetersiz olduğu için pratik eğitimin verimsiz geçmesi -maketi ve kadavrası olmayan tıp fakülteleri var-, akademisyen sayısı az olduğu için ders programının aksaması, notların ve ders kitaplarının pahalılığı gibi birçok şey sayabiliriz.

Üç yılın ardından hastanedeki eğitimimize başlayınca daha spesifik sorunlar gelir önümüze. Dördüncü ve beşinci sınıfta hasta başındaki pratik eğitim, asistanların ve hocaların ağır iş yükünden dolayı genelde yetersiz geçer. Gözlemleme ve uygulama fırsatımız hocaların kişisel inisiyatiflerine bağlıdır.

İntörnlük dönemine geldiğimizde sömürüyü en derinden hissederiz. Normalde hekimlik üzerine eğitim alınması ve çalışılması gerekilen bir yılda bunun dışındaki her işi yapar, iş gücü açığını bedavaya kapatacak eleman olarak görülürüz. İntörn doktorların hocalar ve asistanlar ile birlikte hasta bakmak, hasta takibi yapmak ve tedavi düzenlemek ile ilgilenmeleri gerekirken kan alma, şeker bakma, sonuç işleme, idrar toplama, hasta dosyası hazırlama gibi diğer işlerden eğitime ayıracak vakitleri kalmaz. Hastanedeki hiyerarşinin en alt basamağındadırlar ve belli bir iş tanımları yoktur. Üstünün keyfine bağlı her işe koşturabilirler. Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetten internler de nasibini alır. Hafta içi mesai saatlerinde çalışan, ayda 6-10 nöbet tutan, bazen 36 saat çalışan intörnlere asgari ücretin çok altında bir ücret verilmesi başka mesleklerdeki stajyer sömürüsüyle benzerdir.

Hayatın her alanında var olan cinsiyetçi pratikler tıp fakültesinde de peşimizi bırakmaz. “Erkek branşı” olarak görülen cerrahi branşlarda kadınların başarısız olacağı, ailelerine yeterince vakit ayıramayacakları düşünüldüğünden kadın öğrencilerin cerrahi ile ilgilenmeleri çoğunlukla yadırganır. Kadın intörnlerin poliklinikte erkek intörnlerin ameliyathanede çalıştırıldığı, kadın intörnlerin ameliyatlara giremediği fakülteler vardır.

Bunlar sürerken Tıpta Uzmanlık Sınavı(TUS) için seneler sonra yeniden başlayan dersane günleri, dersanelerin fahiş fiyatlı ticarethaneler olması, uzmanlaşmayı düşünmeyenler için ise yetersiz görülme kaygısıyla uğraşılır bir de.

Hukuksuzca işletilen güvenlik soruşturması süreci, neoliberal politikaların sonucu olan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yarattığı yapısal sorunlar ise henüz öğrenciyken kaygıyla izlediğimiz ancak mezun olunca tam anlamıyla yüzleşeceğimiz meselelerdir. Birçok tıp öğrencisinin başka ülkelere göç etmeyi planlaması hatta bunun için dil eğitimi alması bu kaygıların boyutunu görmemizi sağlıyor.

Bu kadar yoğun, stresli ve sömürülü bir sürecin içerisinde yine de bir durup düşünmekte fayda var. “Aldığım tıp eğitimi neye göre şekillendi? Nasıl bir hekim olmalı, koruyucu mu yoksa tedavi edici mi? Uzmanlaşmak gerçekten gerekli mi, toplumun ihtiyaçlarını karşılar mı?” gibi en temel soruları sormayı unutabiliyoruz koşuşturmalı tıp eğitimi süresince.

Bunları sorgulamak için önce toplumun örgütsel yapılanmasını oluşturan temel unsura bakalım: üretim ilişkileri.

Üretim biçimi ve araçlarının mülkiyeti toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiyi belirler, bu ilişkiyle ekonomik sistemler oluşur. Ekonomik sistemler yaşam biçiminin ve paylaşımın nasıl olacağına karar verir. Ekonomik sistemlerin sağlık modellerini belirlediğini, tıp eğitimi modellerinin bu yolla oluştuğunu ve ürünlerinin de toplumun yapısını etkilediğini söyleyebiliriz.

Kapitalist üretim ilişkileri sağlığın parayla alınıp satılmasına ve kâr unsuru olmasına karar verebileceği gibi geçici bir ödün olarak sağlığı sosyal hak yaklaşımı ile de değerlendirebilir. Kapitalizmin her iki seçiminde de amaç “kâr eden toplum” u oluşturmaktır. Sosyalist üretim ilişkisinde toplumu oluşturan bireyin gelişimi ve kazanımları ilk hedef olduğundan, sağlık sisteminin temel amacı “herkese eşitlikçi hizmet”, bunun sonucunda “sağlıklı toplum” olarak belirlenir. Amaç ve hedef bunlar olunca, sağlık sisteminde yer alacak sağlıkçı, bunun içinde de hekimin nasıl yetiştirileceğini belirlemek kolaydır. Kâr amaçlı sisteme dayalı yapılanmada hasta yönelimli, ileri teknoloji ağırlıklı, uzmanlık amaçlayan hekim yetiştirilmesi öncelik alırken; topluma hizmeti amaçlayan sistemde sağlık sorunlarını ve önceliklerini saptayabilen ve çözebilen, bir yandan da toplum gelişimine hız kazandıran hekim yetiştirilmesi amaçlanır.

İhtiyaç duyduğunda bir hekime ulaşamayanların oranı %60’a yakındır.

Dünya genelinde sağlık hizmetleri herkes için eşit ve erişilebilir değildir. Tıp fakültesinden mezun olan hekimler, özel hekimlik yapabilecekleri, yeterli teknik olanaklara sahip yerlerde çalışmaya, uzmanlaşmaya yöneliyorlar. Üçüncü basamak hastanelerinde yetişen öğrenciler, birinci ve ikinci basamakta karşılaşacakları koşullara ve sorunlara hazırlıksız mezun oluyorlar.

Sağlık; kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasıdır.

Toplum sağlığının temeli, koruyucu hekimlik eğitiminden geçer. İyi ve kötü olma koşullarını birlikte içeren sağlık kavramı ile henüz hastalık konumunu öğrenmeden tanışmak için alana yani birinci basamak sağlık kurumlarına yönlendirilirsek bütüncül bir bakışa henüz öğrenciyken sahip olabilir, sağlık sorunlarını tümelci yaklaşımla ele alabiliriz.

Peki şimdi n’apmalı?

Çeşitli meslek gruplarında, mesleğin üyelerinin hakkını korumak, geliştirmek ve sorunlarını çözmek için çeşitli örgütlenmelere gidilmiştir. Tıp alanında bu örgütlenme Türk Tabipleri Birliği ve ona bağlı Tıp Öğrenci Kolu’dur. Toplumu tanıyan, sağlık sorunlarını bilen, önceliklerini saptayan ve çözüm önerilerini oluşturarak uygulayan, bilgiyi ve beceriyi kendi çabasıyla da elde edebilen bir hekim olmak için “topluma yönelik ve topluma dayalı tıp eğitimi” talebimizi Tıp Öğrenci Kolu’nda(TÖK) birleşerek yükseltebiliriz.

KAYNAKÇA

SAÇAKLIOĞLU,Feride – TÜRK,Meral (2001), Topluma Yönelik – Topluma Dayalı Tıp Eğitimi

Neden ve Nasıl?, Toplum ve Hekim, 16(3), 181

AKSAKOĞLU, Gazanfer (2001) Ekonomik Sistemler ile Tıp Eğitimi Etkileşimi, Toplum ve

Hekim, 16(3), 171

*MKÜ Öğrenci İnisiyatifi