İntiharın ölümden öte olduğunu söylemek yerinde bir başlangıç olacaktır. Belki intiharı ölüm ile verilen mücadeleden yok oluşun galip çıkması diye de açıklayabiliriz. Bu zorlu mücadele post-modern yanılsamalarla açıklanamayacak kadar toplumsal ve problematiktir. İnsanın toplumsal doğasına zıt ilişkilerin kurulduğu toplum, peşinde anomaliler bırakır. Bu anomi kapitalist toplumda karşımıza yabancılaşma olgusu olarak çıkar. Yabancılaşma ile kurulan bağın bataklığından çıkamayan, nesneleşen birey sürec içinde yok oluşa sürüklenir. Toplumun yabancılaşmasının sonucu olan intihar olgusu, “yarın”ın ümidinden yoksunluk ve özgürlükten mahrum bırakılma ile çözümlenebilir. Söylememiz gerekir ki intiharı doğru okumak onunla mücadele kadar önemlidir. İntihar bireysel bir eylem değildir. Toplumsal çelişkilerin bir yansıması ve bir çeşit başkaldırının da sonucudur.
Bu yazıda dile getirilmek istenen olgular, intihar olgusundan bağımsız düşünülemeyecek olan özgürlük, geleceksizlik, geleneksel aile yapılanması, eğitim ve eğitim alt yapı ( yurt, barınma, beslenme vb).
10 Ocak tarihinde sıra arkadaşımız Enes Kara’nın intiharının gündeme oturmasıyla birlikte yazımızda bahsettiğimiz konular ülke gündeminde konuşulmaya başlandı. Fakat Enes’in intihar sürecinin yaklaşık bir buçuk yıl önce filiz verdiğini göz önünde bulundurarak ve sadece Enes değil pek çok intiharın yaşandığını hatırlayarak bu gündemlerin yeni olmadığını söylememiz gerekir. Mesajda dile getirilenler ekonomik ve politik olarak yaşanan kriz, bunun bireyler üzerindeki etkisi ise Enes’in intiharı başta olmak üzere açıktır.
Enes’in çizdiği tablonun bize anlattığı durum iktidarın politikalarının yarattığı yalnızlık, yabancılaşma ve yok oluştur. Bu, sistem içinde kişinin özne konumundan nesneleştiği konumu da gösterir. Bunu hem ölüm mesajında bahsettiği dış dinamiklerin yoğunluğundan hem de Enes’in aslında milyonlarca kişinin temsil ettiği gerçeğiyle okuyabiliriz.
Ne Dikili’de Süleymancılar Tarikatı Yurdunun imza attığı istismarlar, ne Konya Balcılar’da merdiven altı kurslarda yaşananlar, ne Alimder, ne de Ensar Vakfı birbirlerinden farklıdır. Denetime tabi tutulmayan bu cemaat yapılanmaları üfürükçülükten dolandırıcılığa, istismardan cinayete, tecavüzden fiziksel şiddete kadar farklı suç tiplerine ayaklık etmiştir.
Din kılıfıyla pazarlanan bu kurumlar vesilesiyle inanç istismarı da yaşanır. Bu yurtlarda kalan kişilerin ağırlığı ise işçi sınıfı ve yoksulların çocuklarıdır. Yurtlarda kalan öğrencilerin toplumla kurduğu veya kurmak istediği bağ da kesilir. Ona itaat ve makbul öğrenci olması öğütlenir. Fakirlik kader olarak gösterilir. Sarıklar ve lüks arabalarla kendini var eden bu cemaat ve tarikatlar, kendilerine hedef olarak üniversite eğitimi için memleketlerinden ayrılan yoksul üniversite gençliğini seçmiştir. Gençler bu denetimsiz yapılanmaların kucağına düşmekle aile-devlet-tarikat ekseninde bir yaşama mahkum edilmektedir.
Hiç kuşkusuz bu kurumların egemen güçten bağımsız, kendiliğinden oluştuklarını söylemek gerçek dışı olacaktır. Devletin yedi bakanlığından fazla bütçe ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışma alanı ise bu meseleye dokunmamakta hatta göz yummaktadır.
Siyasi iktidarın gölgesinde kendine yer edinen bu kurumlar, halihazırda çok önemli bir konu olan barınamama mevzusundan güç ve meşruluk kazanarak varlığını pekiştirmiştir. İktidarın barınma sorununu reddetmesi ile söylemek istediği aslında rant elde ettiği cemaat yurtları ya da cemaat evleri seçeneği ile gençleri sınamasıdır. Ne yazık ki gençliğe sunulan düzen bununla sınırlı kalmaz, barınma sorununu çözen diğer bir genç ise geçinmek için çalıştığı inşaatta, yaptığı kuryelikte can vermiştir. Barınma ve geçinme sorununu bir şekilde aşan diğer bir genç ise sömürülerek geçirdiği gençlik yıllarına sırtında binlerce KYK borcu ile yeni bir çarka girmeye hazırlanır.
Sonuç olarak mahkum edildiğimiz düzen bir tarafını bantladığımızda diğer bir yandan patlayan bir sökük gibidir.
Şunu söylemeliyiz ki ne Enes Kara ne de anlattıkları münferit veya bireyseldir. Yamalayarak yaşayacağımız bu enkaz hayatı kabul etmiyor, sıra arkadaşımızı kaybetmenin üzüntüsü ve öfkesiyle elimizden alınan geleceğimizi kazıyarak kazanacağımız kurtuluşumuzdan bir adım geri atmıyoruz.
Ekin Emeksiz